Scott Reccardi, Amerikali dedesinden miras kalan günlügün büyük bölümünün Osmanlica oldugunu ögrenince saskina döner. Dedesinin israrla okumasini istedigi bu yipranmis, lekeli defterdeki sirrin pesine düsüp, Dogunun gizemli kenti Istanbula gitmeye karar verir. Ancak Istanbulda gemiden iner inmez, günlügün söhretinin kendisinden önce buraya geldigini anlayacaktir. Büyük Britanyali casuslar da, Amerikalilar da pesindedir... Osmanli hafiyeleri de onlari adim adim takiptedir. Metni tercüme etmesi icin anlastigi Katip Ferruh Efendi ve güzel muallime Ahsen Dilara, Osmanlica satirlarin arasinda kaybolmusken, dedesinin tek mirasini cözmeye calisan Reccardi ise sabirsizdir. Oysa ögrenmesi gereken ilk kural, kulagina Beyazit Kütüphanesinde fisildanmistir Olgun bir meyve vardir sabir perdesinin ardinda. Dünya sana sabri da ögretecek, olgun meyvenin tadini da...
Kimimiz icin cennet, kimimiz icin cehennem oldu bu yer... Kazandik ve kaybettik. Yazilarim sanat ile yazilmadi. Gerci ilk sahifeleri, tekrar yazmak suretiyle sonradan düzelttigim oldu. Hastaliklarim sebebiyle de yer yer abartiya kacmis olabilecegimi itiraf etmeliyim. Ve hatta hasta olup sonradan sihhate kavusan aklim oldugu icin, hezeyanlarim ve hasretimin acisiyla, hic olmayani dahi yazdigimi da düsünüyorum. Ama bilinsin ki, burada olup biteni benden baska kaydeden olmamistir.