Hikmet-i Ilahi, peygamberinin görevlendirilisinin ilk gününden itibaren en önemli meselenin inanc sistemi olmasini irade buyurdu. Yüce Allah elcisine insanlari hak dine davet ederken Allahtan baska ilah olmadigina sehadet etmeye ve kendisini de onun kulu ve elcisi olduguna sehadet etmeye cagirarak ilk adimini atmasini istedi.Zira Cahiliye Araplari ilah kelimesinin ve Lailahe illallah cümlesinin ne anlama geldigini cok iyi biliyorlardi. Ulhiyet kavrami ile kayitsiz, sartsiz hakimiyetin kastedildiginin farkinda idiler. Ayrica Uluhiyetin birligi ve bu yetkinin sadece Allaha mahsus oldugunu, bunun gercek anlaminin o günkü sultanlarin, kabile seyhlerinin, emirlerin, hükümdarlarin elinde bulunan Iradeyi hakimiyeti kanun koyma ve yönetme yetkisini alip tümüyle Allaha vermek oldugunu biliyorlardi. Bunun icin Bedirde canlarini verdiler ama yonttuklari insan suretindeki heykelleri ilah olarak kabul etme safsatasindan vazgecmediler.Onlar La ilahe illallahin manasinin Yüce Allahin hukukunu gasp edenlere isyan etmek oldugunu, yeryüzü kaynakli bütün beseri sistemlere karsi cikmak oldugunu cok iyi biliyorlardi. Iste bunun icin Islami davetin on üc yillik Mekke dönemi sadece Lailahe illallah Muhammedün Reslullah kelime-i tevhidi üzerinde durmustur.Reslüllah s.a.v. in gayesi Arap milliyetciligi davasi ile yola cikip Arap ülkelerini Romali, Iranli zorbalardan, tagutlardan temizleyip bir Arap tagutunun eline vermek degildi. Cünkü putun her cesidi puttur. Put her yerde puttur, zorba her yerde zorbadir. Mülk Allahindir ve Allahtan baska mülkün sahibi ve hakimi yoktur. Romali veya Iranli bir diktatörün elinden topraklari alip da bir Arap diktatörün eline vermek cikar bir yol degildi. Insanlar sadece Allahin kullaridir ve La ilahe illallah sancagi dalgalanmadikca baskasina kul olmaktan kurtulamayacaklardir.